Hoşgeldiniz sayın ziyaretçimiz. Bugün 8 Aralık 2024.
E-Posta : Parola :
 

   Zeyd: “ Mümin bir kul olarak” deyince “ İman bağın yeşermiş, çiçekler açmışsa nişanesi nerede?” dedi.
   Zeyd dedi ki: “ Gündüzleri susuz geçirdim, geceleri aşktan, yanıp yakılmadan uyumadım.
   Mızrak kalkandan nasıl geçerse ben de gündüzlerden, gecelerden öyle geçtim. (onlar beni tutamadıkları gibi onlardan bana bir şey de bulaşmadı.)
   Ondan dolayı bence bütün şeriatler, bütün dinler birdir. Bence yüz binlerce yılla bir saat aynı.

3505. Ezelle ebed birleşti. Fakat akıl, kabiliyetsizliğinden buraya yol bulamaz.”
   Peygamber “Peki, o yoldan, bu diyarın anlayışınca, bu diyar akıllılarının harcına getirdiğin bir hediye var mı, nerede? Çıkar bakalım!” dedi.
   Zeyd dedi ki: “ halk, gökyüzünü nasıl görürse ben de arşı, arştakilerle beraber öyle görüyorum.
   Benim önümde sekiz cennetle yedi cehennem, şaman önündeki put gibi apaçık ve meydanda.
   Halkı, değirmende buğdayı arpadan fark edercesine teker ,teker tanıyorum.

3510. Cennetlik kim, yabancı nerede? Bence yılan ve balık gibi apaşikâr.
   “ Kıyamet günü, bazı yüzler ak olur, bazıları kara...” Sırrı, şimdiden meydana çıktı. Bu halkın bir kısmının yüzü ak, bir kısmının kara.”
   Hakikatte bazı ruhlar, bundan önce de ( dünyaya gelmeden de) ayıplıydı. Fakat ana rahminde olduğu için hali, halka gizliydi.
   Şakî, ana karnında şakî olur (fakat bilinmez) Cisim âlemindeyse cisimdeki hallerden, ruhun halleri de anlaşılır.
   Vücut da ana gibi can çocuğuna gebedir. Ölüm, doğmak derdi ve kıyamettir.

3515. Bu dünyada geçmiş canların hepsi, “ O ferahlı can acaba nasıl doğacak?” diye beklemektedirler.
   Zenciler, o mutlaka bizdendir derler. Beyazlar da, imkânı yok... O çok güzel olacak, derler.
   Vücudun canı, ahiret âlemine doğunca artık beyaz, kara ihtilafı kalmaz.
   Kara ise Zenciler alıp götürürler, beyazsa kendi cinslerinden olan bu çocuğu, beyazlar alıp götürürler.
   Fakat doğmadıkça anlamak, âlemdeki müşkül işlerdendir.  Çünkü henüz doğmamış çocuğun nasıl olduğunu bilen azdır.

3520. Bunu anlayan kişi, ancak Tanrı nuruyla bakıp gören kişidir. Böyle olan zat, bâtına da nüfuz edebilir.
   Nutfenin aslı beyaz renkli ve hoştur. Fakat beyaz kişinin canının aksi;
   Nutfeye renk verir, onu en güzel şekle sokar; kara kişinin canının aksi de bir kısım halkı, en aşağılık bir renge, en bayağı bir şekle sürer, götürür.
   Bu söze nihayet yoktur. Sen yine atını sür de biz kervandan geri kalmayalım.
   Bir gün her zümrenin önünde, saman çöpü müsün , dağ mı. Hindu musun, Türk mü? Meydana çıkar.

3525. Hindu ile Türk, ana karnında belli olmaz. Fakat doğunca zayıf mı kuvvetli mi... herkes görür anlar.

Zeyd’in Peygamber Sallâllahu Aleyhi Vesellem’e “Halkın ahvali bence gizli değildir, apaçıktır” diye cevap vermesi

   Zeyd “ Ben halkı, kadın, erkek... Herkesi, kıyamet günündeymiş gibi apaçık görüyorum.
   Hemen şimdicik söyleyeyim mi? Yoksa kapayayım mı?” dedi. Mustafa, dudağını ısırarak sus demek istedi.
   Zeyd dedi ki: “Ey Tanrı Peygamberi, haşir sırrını söyleyeyim de bugün dünyada kıyameti koparayım mı?
   Müsaade et bana, perdeleri yırtayım da aslım, mahiyetim güneş gibi parlasın;
   Güneş benim nurumdan tutulsun... Hurma ağacı (gibi meyveliler) ile söğüt ağacını (gibi meyvesizleri) göstereyim.

3530. Kıyamet sırrını açayım, halis altın para ile ayarı bozuk parayı izhar edeyim.
   Elleri kesik Eshab-ı Simal-ı küfür rengiyle al rengi...
   Tutulmayan, gidilmeyen ayın ziyasında yedi nifak deliğini...
   Şakîlerin pırtıl elbiselerini göstereyim. Peygamberlerin davullarını, nöbetlerini duyurayım.

3535. Cehennemi, cennetleri, ikisinin arasındaki A’raf’ı apaçık olarak kâfirlerin gözlerinin önlerine getireyim.
   Kevser Havuzunun çoşmakta olduğunu... suyunun, cennetliklerin yüzlerine vurmakta. “İç, İç!” diye seslenmekte ve bu sesin de kulaklarına gelmekte bulunduğunu...
   Susuzların, havuzun etrafında koşup durduklarını apaçık göstereyim.
   Onların omuzları omuzlarıma sürünmekte, naraları kulağıma gelmekte.
   İşte gözümün önünde... Cennet ehli, dilekleriyle birbirlerini kucaklamışlar;

3540. Birbirlerinin ellerini ziyaret ediyor, musafahada bulunuyorlar, dudaklarından buseler yağmalıyorlar.
   Aşağılık kişilerin hasret naralarından, “ ah, ah” diye bağrışmalarından kulağım sağır oldu.
   Bu söylediklerim ancak işaretlerden ibarettir. Daha derin söylerim ama Peygamberi incitmekten korkuyorum.”
   Zeyd, böylece sarhoş, harap bir surette söyleyip duruyordu. Peygamber, yakasını büktü.
   Dedi ki: “ Kendine gel, atın pek hızlı gidiyor, yuları çek. “Tanrı haya etmez” hükmünün aksi vurdu, utanma ortadan kalktı.

3545. Aynan, kılıftan çıktı. Ayna ve terazi yalan söyler mi? 
   Ayna ile terazi, kimse incinmesin, utanmasın diye sözünü saklar mı?
   Ayna ile teraziye yüzlerce yıl hizmet etsen onlar yine doğrucu ve kadri yüce mihenklerdir.
   Sen benim sırrımı sakla, doğruyu gizle; sen de eksik gösterme, fazla göster, ( diye yalvarsan bile)

3550. Onlar sana “ Kendini maskara etme ayna, terazi nerede; hile düzen nerede?
   Tanrı, hakikatlerin bizim vasıtamızla anlaşılması için kadrimizi yüceltti.
   Eğer bu doğruluğumuz olmasaydı ne değerimiz olurdu; iyilerin yüzünü nasıl ağartırdık?” derler.
   Fakat sen, gönlüne Sinâ dağındaki Tanrı tecellisi vurduysa bile yine aynayı koynuna koy!”
   Zeyd, “ Tanrı güneşi, ezeli güneş, hiç koltuğa sığar mı?
   Aslı olmayan şeyleri de yırtar, yakar; koltuğu da. Önünde ne delilik kalır, ne akıllılık!” dedi.

3555. Peygamber dedi ki: “ Bir parmağını gözünün üstüne koydun mu... dünyayı güneşsiz görürsün.
   Bir parmak bile, aya perde oluyor. İşte bu padişahın ayıp örtücülüğüne alâmettir.
   Bu suretle bir nokta ( gibi olan parmak), cihanı örter; bir sürçme de güneşi küsufa uğratır.
   Dudağını yum, denizin dibine bak. Tanrı, denizi, insana mahkûm etmiştir.
   Nitekim Selsebîl ve Zencebîl ırmakları da Tanrı’nın cennete koyduğu kulların hükmü altındadır.

3560. Cennetin dört ırmağı bizim hükmümüzdedir.
   Fakat bu gücümüzden, kuvvetimizden değil...Tanrı emriyle böyledir.
   Bu ırmaklar, büyücülerin hükümlerine uyan büyüler gibi bizim hükmümüzdedir; onları nereye istersek oraya akıtırız.
   Bu akıp duran ve gönlün hükmü altında, canın fermanına tâbi bulunan iki göz çeşmesi gibi...
   Gönül dilerse gözler; zehrin, yılanların bulunduğu tarafa gider; gönül dilerse baktığı şeylerden ibret alır.
   Gönül dilerse görülen şeylere bakar; gönül dilerse örtülü , gizli şeylere akar.

3565. Gönül dilerse, gözleri külliyat tarafına sevk eder; gönül dilerse cüziyatta hapseyler.
   Bu beş duygu da ( çeşmelerdeki lüleler, nasıl çeşmeye tâbi ise) aynı tarzda gönle tâbidir. Onun muradınca ve onun emrine göre iş görür.
   Gönül ne tarafı işaret ederse beş duygu da eteklerini toplayıp o tarafa gider.
   Musa’nın elindeki sopa nasıl Musa’ya tâbi ise el, ayak da apaçık gönlün emrine tâbidir.
   Gönül isterse ayak, raksa girer, yahut yavaş yürürken hızlı yürümeye başlar.

3570. Gönül isterse el, parmaklarla hesaba girişir, yahut kitap yazar.
   El, gizli bir elin hükmündedir. O gizli el içerdedir, dışarıya teni dikmiş, kendisine onu vekil etmiştir.
   Gönül dilerse el, düşmana bir ejderha kesilir. Gönül dilerse sevgiliye yardımcı olur.
   Gönül dilerse el, yemek için kepçedir, on batmanlık gürz.
   Acaba gönül, bunlara ne söylüyor ki? Bu ne şaşılacak vuslat, bu ne gizli sebep!

3575. Gönül, acaba Süleyman Mührünü mü ele geçirdi ki bu beş duygunun yollarını istediği gibi işaret etmekte!
   Beş zâhirî duygu dışarıda kolayca onun mahkûmu olmuş, beş bâtınî duyguda içeride onun memuru...
   On duygu bunlardan başka yedi endam... Daha da dille söylenmeyecek kadar çok kuvvetler... Gayri sen say.
   Gönül mademki ululukta sen de bir Süleyman’sın...Parmağındaki saltanat yüzüğüyle perilere, şeytanlara hükmet!
   Bu saltanatta hileye sapmazsan o üç şeytan, senin parmağından yüzüğü alamaz.

3580. Gayri adın, sanın, bütün dünyayı tutar. Cismin gibi iki cihan senin hükmüne uyar.
   Fakat şeytan elindeki yüzüğü alırsa padişahlık bitti, bahtın öldü demektir.
   Tanrı kulları, eğer iş böyle olursa bundan böyle kıyamete kadar ancak ve ancak “ Ah hasretlik!” der, durursunuz.
   Hadi, tutalım, kendi hileni inkâr edersin; canını teraziyle aynadan nasıl kurtaracaksın?”

”Getirdiğimiz turfanda meyveleri o yedi” diye kölelerle kapı yoldaşlarının, suçlarını Lokman’ın üstüne atmaları

   Lokman, efendisinin hizmetinde bulunan köleler arasında hor, hakîr görünmekteydi.

3585. Efendi rahatça yesin, eğlensin diye kullarını meyve getirmek üzere bağa gönderdi.
   Lokman, kullar içinde, âdeta onlara tâbi bir kuldu. İçi mânalarla dolu, görünüşü gece gibi kapkaranlıktı.
   Köleler topladıkları meyveleri, tamah edip bir iyice yediler.
   Efendilerine de “ Lokman yedi” dediler. Efendi, Lokman’a yüzünü ekşitti, ağır bir tavır takındı.
   Lokman bunun sebebini araştırıp anlayınca efendisine dargın bir tarzda ağzını açıp.

3590. “ Efendi; hain kul, Tanrı yanında, onun rızasını kazanmış bir kul olmaz.
   Ey kerem sahibi! Hepimizi imtihan et. Bize fazlasıyla sıcak su içir.
   Ondan sonra beni büyük bir sahraya çıkar. Sen atlı olarak koş, bizi de yaya olarak koştur.
   O zaman kötülük yapanı gör, sırları açan Tanrı’nın işlerini seyret” dedi.
   Efendi, kullara sâki oldu, sıcak suyu içirdi. Onlarda korkularından içtiler.

3595. Sonra onları ovalarda koşturmaya başladı. Kullar aşağı yukarı koşup duruyorlardı.
   Nihayet iyice yoruldular, kusmaya başladılar. İçtikleri su yedikleri meyvelerin hepsini çıkardı.
   Lokman’ın da gönlü bulandı, o da kustu. Fakat onun karnından halis su geldi.
   Lokman’ın hikmeti bunu göstermeyi bilirse, varlığın Rabbi olan Tanrı’nın hikmeti nelere kadir değildir?
   Kıyamet gününde bütün sırlar çıkacak, bilinip görülecek. Sizin de bilinmesini istemediğiniz sır meydana çıktı.

3600. Sıcak suyu içtikleri gibi kendilerini rüsvay edecek sırları tamamı ile açığa vurulmuş oldu.
   Taş; ateşle sınanacağı ( ateş içinde parçalanıp yumuşayacağı, eriyebileceği) için kâfirler, ateşe atılırlar, onların azabı ateşle olur.
   O taş gibi gönle biz kaç kereler yumuşak sözler söyledik, fakat öğüt almadı.
   Damarda da kötü yara olursa oraya kötü ilâç konur, eşeğin başına köpeğin dişi lâyıktır.
   “Habîs olan şeyler habîsler içindir” hükmü bir hikmettir. Çirkine münasip olan çirkin eştir.

3605. Şu halde sen de hangi eşi dilersen yürü, onu al. Tanrı’da mahvol, onun sıfatlarını kazan!
   Nur istersen nura istidat kazan; Tanrı’dan uzaklık istersen kendini gör, uzaklaş!
   Yok, eğer bu harap zindandan kurtulmaya bir yol istersen sevgiliden baş çekme, secde et de yaklaş!

               Zeyd’in, Peygamber Sallâllahu Aleyhi Vesellem’e cevabı, bu hikâyenin sonu

   Bu sözün sonu yoktur. Zeyd; kalk, natıka Burak’ını bağla!
   Söz söylemek kabiliyeti ayıbı açar; gayb perdelerini yırtar.

3610. Tanrı, nice yerlerde gaybı ister. Şu davulcuyu sür, yolu kapa.
   Atını hızlı sürme, yuları çek. Sırların gizli kalması, herkesin gizli zannından mesrur olması daha iyi.
   Hak kendisinden ümit kesenlerin de bu ibadetten yüz çevirmemelerini istemektedir;
   Onlar da bir ümide kapılsınlar, birkaç gün o ümidin maiyetinde koşup dursunlar;
   Tanrı’nın merhameti herkese şâmil olduğundan diler ki o rahmet, herkesi aydınlatsın.

3615. Her bey, her esir, ümit ve korkuyla Tanrı’dan çekinsin.
   Bu ümit ve korku: herkes bu perdenin ardında beslenip yetişsin diye perde ardına girmiştir.
   Ümit ve korku perdesini yırttın mı... Gayb, bütün şâşâasıyla ortaya çıkar.
   Bir genç dere kıyısında balık tutan birisini görüp, “Bu balıkçı Süleyman olmalı” diye zanna düştü.
   Süleyman’sa neden yalnız ve gizlenmiş; değilse nasıl oluyor da bu derece Süleyman’a benziyor?”

3620. Süleyman tekrar müstakil bir padişah oluncaya kadar gönlünde bu şüphe vardı.
   Dev, onun tahtından, diyarından yıkılıp gitti; baht kılıcı, o şeytanın kanını döktü.
   Yine yüzüğünü parmağına taktı dev ve peri askerlerini yine başına topladı.
   Halk, seyretmek için tapuya geldiler, düşünceye kapılmış olan genç de onların arasına katılıp huzura vardı.
   Süleyman’ın parmağında yüzüğü görünce düşüncesi, kuruntusu tamamı ile geçti.

3625. Vehim, işin gizli, kapalı olduğu zamandadır. Bu araştırma görünmeyen şey içindir.
   Ortada olmayan şeyin kuruntusu, büyüdükçe büyür. Fakat gaypta olana şey, meydana çıktı mı, kuruntu geçer.
   *Gerçi bir şeyin hakikatini izhar etmek esasen kemaldir ve canları kuruntudan kurtarır;
   *Fakat gayba imanın, görünen şeye inanmaya nispetle bire yüz fazileti vardır. Bunu iyice bil de şüphe ve tereddütten kurtul!
   Nurlu gökyüzü yağışsız olmaz ama kara yeryüzü de nebatatı yetiştirmeden vazgeçmez.
   Bana gayba iman edenler gerek... Onun için bu fâni konağın penceresini örttüm.
   Nasıl izhar eder de gökleri yarar, açarım; eğer hakikatleri meydana korsam, nasıl “ Bunda bir ayıp, bir noksan gördün mü?” diyebilirim?

3630. Bu karanlıkta arayıp taradıkça herkes, yüzünü bir tarafa çevirir;
   İşler bir zaman aksine gider; hırsız, polisi dar ağacına sürükler...
   Böylece bir nice sultan, bir nice yüce himmetli, bir müddet kendi kuluna kul olur.
   Kul, efendisinin huzurunda değilken de kulluğunu korur, itaatten çıkmazsa bu kulluk iyi ve hoş bir kulluktur.
   Bu padişahın önünde onu öğen kişi nerede, padişah yokken bile ondan utanıp çekinen nerede.

3635. Memleket ucunda, padişahtan saltanat sayesinden uzak bir kale dizdarı;
   Kaleyi düşmanlardan korur, orasını sayısız mal ve para verse bile satmaz,
   Padişah orada değilken, hudut boylarında, padişahın huzurundaymış gibi vefakârlıkta bulunursa;
   O dizdar; elbette padişahın yanında, huzurunda bulunan ve can feda eden kişilerden daha değerlidir.
   Şu halde yarı zerre miktarı, fakat gaibane emir tutmak; emredicinin huzurunda kulluk etmek ve emrine uymaktan yüz binlerce defa üstündür.

3640. Kulluk ve iman, şimdi makbuldür. Fakat ölümden sonra her şey meydana çıkınca inanmak, bir işe yaramaz.
   Hakikatın kapalı, örtülü olması ve gayba inanmak daha iyi, daha makbul olunca ağzın kapalı, dudağın yumuk olması elbette iyidir.
   Kardeş, sözden el çek ki bizzat Tanrı, sende Ledün ilmini meydana çıkarsın.
   Güneşin varlığına delil kendisi yeter. Tanrı’dan daha ulu şahit kimdir?
   Hayır... söyleyeceğim çünkü Kur’an’da şahadet hususunda hep beraberce Tanrı da anılmıştır, melek de âlimler de.

3645. Tanrı da şahadet eder, melekler de, bilgili kişiler de: Şüphe yok ki Rabb, ancak daimî Tanrı’dır...
   Hak, şahadet edince melek kim oluyor ki şahadette Tanrı ile müşterek olsun!
   Çünkü ziyaya tahammül edemeyen zavallı gözlerle biçare gönüllerin güneşin nuruna ve güneşe takatleri yoktur.
   Bu çeşit gözler, böyle gönüller, yarasaya benzerler. Yarasa güneşin ışığına, güneşin hararetine tahammül edemez, ümidini keser ( güneşten mahrum kalır)
   Gökyüzünde cilve eden güneşe şahadette, melekleri de bize dost, bize eş bil!

3650. “ Biz o tek güneşten nurlandık, güneşin halifesi gibi zayıfları nurlandık” diye şahadet ederler.
   Her melek; yeni ay, yahut üç günlük ay, yahut da dolunay gibi kemal, nur ve kudret sahibidir.
   O şûle; üçer, dörder kanatlı meleklerin her birine, mertebelerine göre vurmakta, onları nurlandırmaktadır.
   Meleklerin kanatları insanların akıl kanatlarına benzer. İnsanların akılları arasında da çok fark vardır.
   İyilikte olsun, kötülükte olsun her insana kendisine benzer bir melek arkadaştır.

3655. Gözü tahammül edemediği için çipile, yıldız ışık verir, o da bu suretle yol bulur.

         Peygamber Sallâllahu Aleyhi Vesellem’in Zeyd’e “Bunun sırrını faşetme; gözet!” demesi

   Peygamber “ Sahabem yıldızlar gibi yola gidenlere ışık, şeytanlara taştır” dedi.
   Herkes uzaktan görebilseydi gökyüzündeki güneşle nurlanırdı.
   Ve ey aşağılık kişi, güneşin nuruna delalet etmek üzere yıldıza ne lûzum kalırdı?
   Ay; buluta, toprağa ve gölge der ki: “Ben de sizin gibi insanım. Ancak bana vahiy geliyor.

3660. Ben de yaratılışta sizin gibi karanlıktım. Fakat vahiy güneşi, bana böyle bir nur verdi.
   Güneşlere nispetle biraz karanlığım, fakat insanların karanlıklarına nispetle nurluyum.
   Tahammül edebilesin diye nurum zayıf. Çünkü sen parlak güneşin eri değilsin.
   Balla sirkeden meydana gelen sirkengebin gibi ben de nurlu zulmetten meydana geldim ve bu suretle kalp hastalığına yol buldum, faydalı oldum.
   Hasta adam hastalıktan kurtulunca sirkeyi bırak bal yiye gör.”

3665. Gönül tahtı, heva ve hevesten arındı; gönülde “Er Rahmânu alel arşistevâ” sırrı zuhur etti.
   Bundan sonra Hak, gönle vasıtasız hükmeder. Çünkü gönül bu rabıtayı buldu.
   Bu sözün de sonu yoktur. Zeyd nerede? Ona rüsvay olmak iyi değildir, diyeyim!

                                              Zeyd’in hikâyesine dönüş

   Artık Zeyd’i bulamazsın, o kaçtı; kapı yanındaki son saftan fırladı, papuçlarını bile bıraktı!
   Sen kim oluyorsun? Zeyd bile, üstüne güneş vurmuş yıldız gibi kendisini kaybetti, bulamadı!

3670. Ondan ne bir nakış bulabilirsin, ne bir nişan... Hattâ ne de saman uğrusu yoluna gidebilmek için bir saman çöpü!
   Duygularımızla sonu gelmeyen sözümüz, sultanımızın bilgi nurunda mahvoldu.
   (Bu mazhariyete erenlerin) duygularıyla akılları iç âlemde “Ledeynâ Muhdarûn” denizinde dalgalanmakta, dalga dalga üstüne, çoşup durmaktadır.
   Fakat gece olunca gene teklif ve icazet vakti gelir; gizlenmiş yıldızlar işlerine, güçlerine koyulurlar.
   Tanrı akılsızların akıllarını kulaklarında halka halka küpeler olduğu halde geri verir.

3675. Hepsi hamdüsena ederek ayaklarını vurur, ellerini çırpar, nazlı nazlı “Rabbimiz bizi dirilttin bize hayat verdin” derler.
   O çürümüş deriler, dökülmüş kemikler, yerden tozlar koparan atlılar kesilir; 
   Kıyamet günü, şükrederek, yahut kâfir olarak yokluktan varlığa hamle ederler.
   Niçin başını çevirir, görmezlikten gelirsin? Önce yoklukta da böyle baş çevirmemiş miydin?
   “Beni nerede yerimden tedirgin edecek? Deyip yoklukta da böyle ayağını diremiştin.

3680. Tanrı’nın sun’u; görmüyor musun? Nasıl seni alnındaki perçemden tutup çekerek:
   Evvelce hatırı hayalinde olmayan bu çeşit hallere uğrattı.
   O yokluk da daima Tanrı’ya kuldur. Ey dev, kulluk et. Süleyman diridir!
   Dev, havuzlar gibi kâseler yapmakta; kudreti yok ki bu işi yapmaktan vazgeçsin, yahut emredene bir cevap versin!
   Bir kendine bak, yok olmaktan nasıl titreyip durmaktasın? Yokluğu da aynen böyle tir tir titrer bil!

3685. Dünya mansıplarını elde etsen bile yine kaybetme korkusundan canın çıkar.
   En güzel olan (Güzeller güzeli ) Tanrı’nın aşkından başka ne varsa can çekişmeden ibarettir, hattâ şeker yemek bile!
   Can çekişme nedir? Ölüme yaklaşmak, abıhayatı elde edememek.
   Halkın iki gözü de toprağa ve ölüme saplanmıştır. Abıhayat var mı, yok mu, bunda yüz türlü şüpheler var.
   Sen cehdet de bu yüz şüphen de sana düşsün. Geceleyin yürü ,yol al... Uyudun mu gece gitti gider!
   O gündüzü geceleyin ara; karanlıkları yakan o aklı, kendine kılavuz yap!

3690. Kötü renkli gecede çok iyilikler vardır. Abıhayat, karanlıkların eşidir, karanlıktadır.
   Böyle yüzlerce gaflet tohumunu ekip durdukça başını uykudan kaldırabilir misiniz?
   Ölü uyku, ölü lokmaya dost oldu; efendi uyudu, geceleyin iş gören hırsız da hazırlığa koyuldu.
   Senin düşmanın kimlerdir? Bilmiyorsun. Ateşten yaratılanlar, topraktan yaratılmışların varlığına düşmandır.

3695. Ateş suyun ve oğullarının düşmanıdır. Nitekim su da ateşin canına düşmandır.
   Suyun ve çocuklarının düşmanı olduğundan su da ateşi öldürür, söndürür.
   Bütün bunlardan sonra ( şunu da bil ki) bu ateş, şehvet ateşidir, günahın suçun aslı ondadır.
   Dış âlemdeki ateşi su söndürür. Fakat şehvet ateşi kıyamete kadar sürüp gider.
   Şehvet ateşi, su ile sakin olmaz. Çünkü azap ve elem bakımından cehennem tabiatlıdır.

3700. Şehvet ateşine ne çare var? Din nuru. Müminler ;nurunuz kâfirlerin ateşini söndürdü.
   Bu ateşi ne söndürür? Tanrı nuru. Bu hususta İbrahim’in nurunu kendine usta yap.
   Ki öd ağacına benzeyen bu cismin, Nemrut gibi olan nefis ateşinden kurtulsun!
   Şehvet ateşi yanmakla eksilip bitmez. Yanmakla güzelce eksilir, nihayet yok olur.
   Bir ateşe odun attıkça o ateş nereden sönecek?

3705. Fakat odun atmazsan söner. Çünkü bu çekinme ateşe su serper.
   Yüzüne, kalplerin haramdan çekinmesinden kızıllık süren kişinin güzel yüzü, hiç ateşten kararır mı?

                         Tanrı ondan razı olsun, Ömer zamanında şehre ateş düşmesi

   Ömer’in zamanında bir yangın oldu. Ateş, taşları bile kuru ağaç gibi yakmaktaydı.
   Yapıları, evleri yakmağa, hatta kuşların kanatlarını ve yuvalarını bile tutuşturmağa başladı.
   Alevler şehrin yarısını sardı. Su bile ondan korkmakta, şaşırmaktaydı!

3710. Akıllı kişiler, ateşe kovalarla su ve sirke döküyorlar.
   Yangın inada gelip alevini artırıyordu. Ona Tanrı yardım etmekteydi.
   Halk Ömer’e yüz tuttular, koşa koşa gidip “Yangınımız suyla sönmüyor?” dediler.
   Ömer “O yangın, Tanrı alâmetlerindendir. Sizin hasislik ateşinizden bir şûledir.
   Suyu bırakın yoksullara ekmek dağıtın. Eğer bana tâbi iseniz hasisliği terk edin” dedi.

3715. Halk, Ömer’e “ Bizim kapılarımız açık. Cömert kişileriz, mürüvvet ehliyiz, dediler.
   Ömer dedi ki: “ Siz, âdet olduğu için yoksullara ekmek verdiniz, Tanrı için eli açık olmadınız.
   Öğünmek, görünmek, nazlanmak için cömertlik etmektesiniz; korkudan. Tanrı’dan çekinmeden, ona niyaz etme yüzünden değil!”
   Mal tohumdur, her çorak yere ekmek; kılıcı her yol vurucunun eline verme! 
   Din ehlini kin ehlinden ayırt et; Hakla oturanı ara, onunla otur!

3720. Herkes, kendi kavmine ( meşrebine uygun kimselere) cömertlik gösterip mal, mülk verir, Nâdan kişi de bu suretle bir iş yaptım sanır.

Düşmanın, Ali –Keremallahu vechehunun yüzü- ne tükermesi üzerine Emîr-ül Müminîn Ali’nin elinden kılıcı atması

   İbadetteki ihlâsı Ali’den öğren, Tanrı aslanını hilelerden arınmış bil.
   Savaşta bir yiğiti atletti, hemen kılıcını çekip üstüne saldırdı.
   O, her peygamberin, her velînin öğündüğü Ali’nin yüzüne tükürdü.
   Bir yüze tükürdü ki ay, secde yerinde o yüze secde eder.

3725. Ali, derhal kılıcı elinden attı, onunla savaşmadan vazgeçti.
   O savaşçı er, bu işe, bu yersiz af ve merhamete şaşıp kaldı.
   Dedi ki: “Bana keskin kılıcını kaldırmıştın, neden kılıcı indirdin ve beni bıraktın?
   Benimle savaşmadan daha âlâ ne gördün de beni avlamadan vazgeçtin?
   Ne gördün ki bu derecede kızgınken kızgınlığın yatıştı; böyle bir şimşek çaktı, sonra sönüverdi?

3730. Ne gördün? O gördüğün şeyin aksi bana da vurdu; gönlümde, canımda bir şûle parladı.
   Kevinden, mekândan yüce, candan daha iyi neydi o gördüğün ki bize can bağışladı?
   Yiğitlikte Tanrı aslanasın, mürüvvette kimsin, bunu kim bilir?
   Mürüvvette Tih sahrasında Musa’nın bulutusun. O bulutta eşi görülmemiş nimetler, ekmekler yağar.”
   Bu bulutlar, çalışıp çabalar, buğday bitirirler. Halk onu pişirip bal gibi tatlı bir hale koyarl.

3735. Halbuki Musa’nın bulutu rahmet kanadını açar, halka zahmetsizce pişmiş ve tatlı nimetler verir.
   O bulutun rahmeti, kerem sofrasında pişmiş yemek yiyenler için âlemde bayrak açmıştır.
    O vergi ve o ihsan, niyaz ehlinden tam kırk yıl, bir gün bile eksik olmadı.
   Nihayet onlar, bayağılıklarından kalkıp pırasa, tere ve marul istediler; onun üzerine kesildi.

3740. Ahmed’in yüce ümmeti için o yemek kıyamete kadar bakidir.
   Peygamber’in “Rabbime misafir olurum” demesi ortalığa yayılınca, “O beni doyurur, su verir” sözü, bu mânevi yemekten kinaye oldu.
   Bunu, hiç tevil etmeden kabul et ki boğazına bal ve süt gibi lezzetli gelsin.
   Çünkü tevil ihsan edilen şeyi geri vermektir. Çünkü tevilci hakikatı hata görür.
   Halbuki bu hata görmesi, aklının zayıflığındandır. Akl-ı Küll içtir, Akl-ı Cüz’i ise deridir.
   Kendini tevil et, hadîsleri değil; kendi dimağına kötü de, gülbahçesine değil!

3745. Ey baştanbaşa akıl ve göz olan Ali! Gördüğünden bir parçacık söyle.
   Hilim kılıcın canımızı parça parça etti; ilim suyun toprağımızı arıttı.
   Açıver; biliyorum, bu Tanrı sırlarındandır.
   Çünkü kılıçsız adam öldürmek, ancak onun işidir.
   Tanrı, aletsiz, uzuvsuz bir yapıcıdır. Artıp duran bu hediyelerin vericisi odur.
   Akla yüz binlerce şarap tattırır ki onlardan ne iki gözün haberi vardır, ne kulağın!

3750. Ey arşta hoş bir surette evlanıp duran doğan!  Bu anda Tanrı’dan ne gördün? Açıkça söyle.
   Senin gözün gayb idrakını öğrenmiştir. Orada bulunan başkalrının gözleriyse kapalıdır.
   Birisi ayı apaçık görür, öbürüyse dünyayı kapkaranlık.
   Diğer birisi de bir yerde üç tane ay görür. Evet, bu üç kişi bir yerde oturmuşlardır:
   Üçünün de gözü açık, kulakları duymakta… Fakat bunlar, senin eteğine yapışmışlardır, senin adamlarındır (Hallerini sen bilirsin), benden kaçıyorlar (ben bunları bilemem).

3755. Bu hal, acaba gabya mensup bir sihir mi, yoksa gizli bir lûtuf mu? Sende bir kurt sureti mi var, bende de Yusuf sureti mi?
   Âlem on sekiz bin, hattâ daha fazla olsa bunların on sekizi bile her göze görünmez.
   Ey Aliyyel Mürtezâ, ey kötü kaza ve kaderden sonra güzel kaza ve kader, sırrı aç;
   Ya sen akılına geleni söyle, ya ben gönlüme doğanı söyleyeyim.
   Bu sır, senden parladı, bana vurdu; nasıl gizleyebilirim? Ay gibi, söylemeden nur saçmakta.

3760. Fakat ayın kursu, söze gelirse gece yol alanları hemencecik yola sokar.
   Yanlış yola gitmekten de emin olurlar, yoldan çıkmadan da. Ayın sesi, gulyabani sesinden üstün olur.
   Ay, söylemeksizin yol gösterirse, söyleyince ne yapmaz, dünyayı ışığa boğar!
   Madem ki sen ilim şehrine kapısın, mademki sen hilim güneşine şûlesin;
   Ey kapı, kapı arayanlara açıl ki kabuklar içlensin (zâhir ehli, hakikate erişsin)!

3765. Ey rahmet kapısı, ey eşi, naziri olmayan Tanrı dergâhı, ebede kadar açık kal!”
   Her istek, her zerre bir penceredir, fakat kör gönül nasıl olur da “Orada bir kapı vardır” der.
   Gözcü, bir kapı açmadıkça gönle, orada kapı olmak ihtimali bile gelmez.
   Fakat bir kapı açıldı mı, şaşırır. Tamah ümidinin kuşu uçup gider.
   Akıllı bir kişi, bir viranede ansızın define buldu, onun için her viraneye koşuyor.

3770. Sen, yoklukta bir inci bulamadıysan gayri orada ne diye inci arıyorsun?
   Zan, yıllarca kendi ayağıyla koşsa burnunun direğinden ileriye geçemez (olduğu yerde sayar, durur).
   Burnuna gayptan bir koku gelmedikçe, söyle… burnunun ucundan başka bir şey görebilir misin?

O kâfirin, Ali –Keremmallahu Vechehu- ye “Bana üstün gelmişken niçin elinden kılıcını attın?” diye sorması

   *Bunun üzerine o yeni Müslüman velî sarhoşluk ve lezzetle.
   Ali’ye dedi ki: “Ya Emîrel Müminîn, buyur da can; tende, ana karnındaki cenin gibi canlansın, oynasın.
   Ey can, yedi yıldız; ana karnına düşen her çocuğu, muayyen müddetlerde ve nöbetle terbiye eder.

3775. Ceninin canlanma zamanı gelince ona yardım eden güneştir.
   Cenin, güneşin tesiriyle harekete gelir. Güneş, ona derhal can bağışlar.
   Cenine güneş doğmadıkça, güneşin nuru, ona vurmadıkça öbür yıldızların tesiriyle canlanmaz. Onlar, ancak suretine hizmet ederler.
   Cenin, ana rahminde güzel yüzlü güneşle bu alâkayı hangi yoldan kazandı?
   Bizim duygumuzdan gizli olan bir yoldan gökyüzündeki güneşe nice yollar var.

3780. Bir yol var; yakut, o yolla güneşten gıdalanır…Bir yol var; o yolla ve güneşin tesiriyle yakut olur.
   Bir yol var, güneş o yola lâli kızıllaştırır. Bir yol var, o yolla nala kıvılcım saçma hassasını verir.
   Bir yol var, güneş o yolda meyveleri oldurur… Bir yol var, o yolla korkaklara yürek verir.
   Ey kandı aydınlanmış, padişahla ve padişahın koluyla ^şina olmuş doğan, açık söyle!
   Ey padişahın ankayı bile avlayan doğanı, ey askerle değil, bizzat ve tek başına ordular kıran,

3785.   Sen, tek başına bir ümmetsin, fakat yüzbinlerce er sayılırsın. Ey bu kulu, himmet doğanına av eden!
   Kahır zamanında bu merhamet neden? Ejderhayı elden bırakmak kimin yolu?”

Emîr-ül Müminîn Ali –Kerremallahu Vechehu- nun, cevap vermesi ve o sırada kılıcı elinden atmasının sebebi ne olduğunu söylemesi

   Ali dedi ki: “Ben kılıcı Tanrı için vuruyorum. Tanrı kuluyum ten memuru değil!
   Tanrı aslanıyım heva heves aslanı değil... İşim, dinime şahittir.

3790. Ben “Attığın zaman sen atmadın, Tanrı attı” sırrına mazharım. Ben kılıç gibiyim, vuran o güneştir.
   Ben; pılımı pırtımı yoldan kaldırdım; Tanrıdan gayrısını yok bildim.
   Bir gölgeyim sahibim güneş... Ona hacibim hicap değil.
   Kılıç gibi vuslat incileriyle doluyum; savaşta diriltirim, öldürmem.
   Kılıcımın gevherini kan örtmez. Rüzgâr nasıl olur da bulutumu yerinden teprendirebilir?
   Saman çöpü değil; hilim, sabır ve adalet dağıyım. Kasırga dağı kımıldatabilir mi?

3795. Bir rüzgârla yerinden kımıldanıp kopan bir çöpten ibarettir. Çünkü muhalif esen nice rüzgârlar var!
   Hışım, şehvet ve hırs rüzgârı, namaz ehli olmayan kişiyi silip süpürür.
   Ben dağım; varlığım, onun binasıdır. Hattâ saman çöpüne benzesem bile rüzgârım, onun rüzgârıdır.
   Benim hareketim, ancak onun rüzgarıyladır.  Askerimin başbuğu, ancak tek Tanrının aşkıdır.
   Hiddet, padişahlara bile padişahlık eder, fakat bize köledir. Ben hiddete gem vurmuş, üstüne binmişimdir.

3800. Hilim kılıcım, kızgınlığımın boynunu vurmuştur. Tanrı hışmıysa bence rahmettir.
   Tavanım, damım yıkıldı ama nura gark oldum. Toprak atası ( Ebu Turab) oldumsa da bahçe kesildim.
   Savaşırken içime bir vesvese, bir benlik geldi; kılıcı gizlemeyi münasip gördüm.
   Bu suretle “Sevgisi Tanrı içindir” denmesini diledim; ancak Tanrı için birisine düşmanlık etmeli.
   Cömertliğimin Tanrı yolunda olmasını, varımı yine Tanrı için sakınmamı istedim.

3805. Benim sakınmam da ancak Tanrı içindir. Vermem de... Tamamı ile Tanrınınım, başkasının değil.
   Tanrı için ne yapıyorsam bu yapışım, taklit değildir; hayale kapılarak, şüpheye düşerek de değil. Yaptığımı, işlediğimi, ancak görerek yapıyor, görerek işliyorum.
   Hüküm çıkarmadan arayıp taramadan kurtuldum. Elimle Tanrı eteğine yapıştım.
   Uçarsam uçtuğum yeri görmekteyim, dönersem döndüğüm yeri.
   Bir yük taşıyorsam nereye götüreceğimi biliyorum. Ben ayım, önümde güneş, kılavuzuyum.

3810. Halka bundan fazla söylemeye imkân yok; denizin ırmağa sığması mümkün değildir.
   Akılların alacağı kadar aşağı mertebeden söylemekteyim. Bu, ayıp değil, Peygamberin işidir.
   Garezden hürüm ben; hür olan kişinin şahadetini duy. Kul, köle olanların şahadetleri iki arpa tanesine bil değmez!
   Şeriatte dâva ve hükümde kulum şahitliğinin kıymeti yoktur.
   Senin aleyhinde binlerce köle şahadet etse şeriat onların şahadetlerini bir saman çöpüne bile almaz.

3815. Şehvete kul olan, Tanrı indinde köleden, esir olmuş kullardan beterdir.
   Çünkü köle bir sözle sahibinin kulluğundan çıkar,hür olur. Şehvete kul olansa tatlı dirilir, acı ölür.
   Şehvet kulu, Tanrı’nın rahmeti, hususi bir lûtuf ve nimeti olmadıkça kulluktan kurtulamaz.
   Öyle bir kuyuya düşmüştür ki bu kuyu, onun kendi suçudur. Ona cebir değildir, cevir de değil!
   Kendisini kendisi, öyle bir kuyuya atmıştır ki ben o kuyunun dibine varacak ip bulamıyorum.

3820. Artık yeter... Eğer bu sözü uzatırsam ciğer ne oluyor? Mermer bile kan kesilir.
   Bu ciğerlerin kan olmaması katılıktan, şaşkınlıktan, dünya ile uğraşmadan ve talihsizliktendir.
   Bir gün kan kesilir ama bu kan kesilmesinin o gün faydası yok. Kan kesilme işe yararken kan kesil!
   Mademki kulların kölelerin, şahadeti makbul değildir, tam adalet sahibi, o kişiye derler ki gulyabani kölesi olmasın.
   Kur’an’da peygambere “Biz seni şahit olarak gönderdik” denmiştir. Çünkü o, varlıktan hür oğlu hürdür.

3825. Ben, mademki hürüm; hiddet beni nasıl bağlar, kendisine nasıl kul eder? Burada Tanrı sıfatlarından başka sıfat yoktur, beri gel!
   Beri gel ki Tanrı’nın ihsanı seni azat etsin. Çünkü onun rahmeti gazabından üstün ve arıktır.
   Beri gel ki şimdi tehlikeden kurtuldun, kaçtın kimya seni cevher haline soktu.
   Küfürden ve dikenliğinden kurtuldun, artık Tanrı bahçesinde bir gül gibi açıl!
   Ey ulu kişi, sen bensin, ben de senim. Sen Ali’ydin, Ali’yi nasıl öldürürüm?

3830. Öyle bir suç işledin ki her türlü ibadetten iyi bir anda gökleri bir baştan bir başa aştın.
   O adamın işlediği suç ne kutlu suç! Gül yaprakları dikenden bitmez mi?
   Ömer'in Peygambere kastedişi suçu, onu ta kabul kapısına kadar çekip götürmedi mi?
   Firavun; büyücüleri, büyüleri yüzünden çağırmadı mı?
   Onlara da bu yüzden ikbal yardım etmedi mi, bu yüzden devlete erişmediler mi?
   Onların büyüsü, onların inkârı olmasaydı inatçı Firavun, onları huzuruna alır mıydı?

3835. Onlar da asâyı ve mucizeleri nereden göreceklerdi? Ey isyan eden kavim! Suç, ibadet oldu.
   Tanrı ümitsizliğin boynunu vurmuştur. Çünkü günah ve suç ibadet olmuştur.
   Çünkü Tanrı, şeytanların rahmine suçları ibadete, sevaba tebdil eder.
   Bundan dolayı Şeytan, taşlanır; hasedinden çatlar, iki parça olur.
   Şeytan bir günah meydana getirmek ve onunla bizi bir kuyuya düşürmek ister.

3840. “ O günahın ibadet olduğunu gördü mü?” işte o an, Şeytan’a yomsuz bir andır.
   Beri gel; ben, sana kapı açtım; sen benim yüzüme tükürdün, bense sana armağan sundum.
   Cefa edene bile böyle muamelede bulunur, aleyhime ayak atanların ayağına bile bu çeşit baş korsam,
   Vefa edene ne bağışlarım? Anla! Cennetlerde ebedî mülkler ihsan ederim

Peygamber Aleyhisselâm’ın Emîr-ül Müminîn Ali –Kerremallâhu Vechehu- nun seyisinin kulağına “Ali’nin şahadeti senin elinle olacak, sana haber veriyorum” demesi

   Ben öyle bir erim ki kanlıma, katilime bile lûtuf şerbetim, kahır zehri olmadı.

3845. Peygamber, hizmetkârımın kulağına, bu başımı boynumdan onun ayıracağını söyledi.
   Peygamber, sevgilinin vahyiyle nihayet ölümümün onun eliyle olacağını haber verdi.
   O, daima “ Beni önce öldür de benden bu kötü ve yanlış iş zuhur etmesin” demekte;
   Ben de “Mademki ölümüm senden olacak, ben kaza ve kadere karşı nasıl hile edebilirim?” demekteyim.
   O, daima önümde yerlere kapanarak “Ey Kerem sahibi, beni Tanrı hakkı için ikiye böl,

3850. Ki bu kötü akıbete uğramayayım. Bu yüzden canım yanmasın” der;
   Ben de daima “Yürü, git. Kader kalemi, bunu yazdı, yazının mürekkebi de kurudu. Olan oldu. Kader kaleminden nice bayraklar, baş aşağı olur.
   Gönlümde, sana hiçbir düşmanlık yok. Çünkü bunu, ben senden bilmiyorum ki.
   Sen Tanrı aletisin; yapan, Tanrı’nın eli. Hakkın aletini nasıl kınayayım, Hakkın aletine nasıl itiraz edeyim?” derim
   O, “Öyle ise kısas niçin?” dedi. Ali cevap verdi: “ O da Hak’tan, o da gizli bir sır.

3855. Eğer Tanrı, kendi yaptığı işe itiraz ederse bu itiraz yüzünden bağlar, bahçeler yeşertir.
   Kendi yaptığı işe itiraz, ancak onun kârıdır. Çünkü kahırda da tektir, lûtufta da.
   Bu hâdiseler şehrinde bey odur, memleketlerde tedbir onundur,
   Aletini kırarsa kırılanı tekrar iyileştirebilir.”
   Ulu kişi, “ Hiçbir âyeti değiştirmedik ki ardından daha hayırlısını getirmeyelim” remzini bil.

3860. Tanrı hangi şeriatın hükmünü kaldırdıysa âdeta otu yoldu, yerine gül bitirdi demektir.
   Gece, gündüz meşguliyetini giderir, bitirir. Akıl ermeyen şu uykuya bak!
   Sonra tekrar gündüzün nuruyla gece ortadan kalkar, bu suretle de o yalımlı ateş yüzünden donukluk, uyku yanar, gider.
   O uyku, o duygusuzluk zulmettir ama abıhayat, zulmette değil mi?
   Akıllar, o zulmetle tazelenmiyor mu? Hanendenin bestedeki duraklaması sese kuvvet vermiyor mu?

3865. Zıtlar, zıtlardan zuhur etmekte... Tanrı, kalpte ki süveydada daimi bir nur yarattı.
   Peygamberin savaşı sulha sebep oldu. Bu âhir zamandaki sulh o savaş yüzündendir.
   O gönüller alan sevgili ( Peygamber), âlemdekilerin başları aman bulsun diye yüz binlerce baş kesti. Bahçıvan, fidan yücelsin, meyve versin diye muzır dalları budar.
   Sanatını bilen bahçıvan, bahçe ve meyve gelişsin diye bahçedeki otları yolar.

3870. Sevgilinin ağrıdan, hastalıktan kurtulması için hekim, çürük dişi çekip çıkarır.
   Noksanlarda nice fazlalıklar var. Şehitlere hayat yokluktadır.
   Rızk yiyen boğaz kesildi mi “Onlar Rablerinden rızıklanır, ferahlarlar” nimeti hazmedilir.
   Hayvanın boğazı kesilince insanın boğazı gelişir. O hayvan, insan vücuduna girer, insan olur, fazileti artar.
   İnsanın boğazı kesilirse ne olur, fazileti ne dereceye varır? Artık agâh ol da onu bununla mukayese et.

3875. Öyle bir üçüncü boğaz doğar ki o, Tanrı şerbetiyle, Tanrı nurlarıyla beslenir, gelişir.
   Kesilen boğaz, bu şerbeti içer ama “Lâ” dan kurtulmuş “Belâ” da ölmüş boğaz!
   Ey kısa parmaklı, himmeti kesik kişi! Ne vakte dek canının hayatı ekmek olacak?
   Beyaz ekmek için yüzsuyu döktüğünden dolayı söğüt ağacı gibi meyven yok!
   Duygu canı, bu ekmeğe sabredemiyorsa kimyayı elde et de bakırı altın yap!

3880. Elbiseyi yıkamak istiyorsan bez yıkayanların mahallesinden yüz çevirme!
   Ekmek orucunu bozduysa kırıkçıya yapış, yücel!
   Onun eli, mademki kırıkları sarar, iyileştirir... Şu halde onun kırması şüphe yok ki yapmaktır.
   Fakat sen kırarsan der ki: “Gel yap bakalım.” Elin ayağın yok ki yapamazsın.
   Şu halde kırmak, kırığı sarıp iyileştiren adamın hakkıdır.

3885. Dikmeyi bilen yırtmayı da bilir. Neyi satarsa yerine daha iyisini alır.
   Evi yıkar, hâk ile yeksan eder; fakat bir anda da daha mamur bir hale getirir.
   Bir bedenden baş kesti mi yerine derhal yüz binlerce baş izhar eder.
   Canilere kısas emretmese, yahut “Kısasta hayat var” demeseydi,
   Kimin haddi vardı ki kendiliğinden, Tanrı hükmüne esir olmuş bir kişiye kılıç vurabilsin!

3890. Çünkü Tanrı, kimin gözünü açmışsa o adam bilir ki katil, takdirin esiridir.
   O takdir kimin boynuna geçmişse kendi oğlunun başına bile kılıç vurmuştur.
   Yürü, kork ve kötüleri az kına; takdirin hüküm tuzağına karşı aczini bil!

                       Âdem Aleyhisselâm’ın İblis’in sapıklığına şaşması ve ululanması

   Âdem Peygamber, ansızın esasen şakî olan İblise hor baktı.
   Kendisini beğenip, kendisini ulu görüp melun şeytanın yaptığı işe güldü.

3895. Tanrı gayreti bağırdı: Ey tertemiz adam! Sen gizli sırları bilmiyorsun.
   Eğer Tanrı kürkü ters giyerse dağı bile ta kökünden temelinden söker.
   O zaman, yüzlerce Âdem’in perdesini yırtar, yüzlerce yeni müslüman olmuş suçsuz, günahsız iblis yaratır!
   Âdem “Bu hor görüşten tövbe ettim. Bir daha böyle küstahça düşünceye düşmem” dedi.
   Ey yardım dileyenlerin yardımcısı, bize hidayet ver. Bilgilerle, zenginlikle öğünmeye imkân yok.

3900. Kerem ederek hidayet ettiğin kalbi azdırma; takdir ettiğin kötülükleri bizden defet;
   Kötü kazaları üstümüzden esirge; bizi Tanrı’ya razı olan kardeşlerden ayırma!
   Senin ayrılığından daha acı bir şey yok... Sana sığınmazsak sen esirgemezsen işimiz, gücümüz ancak kargaşalıktır.
   Zaten malımız mülkümüz; malımızın, mülkümüzün yolunu kesmekte... Zaten cismimizi soyup çırçıplak bırakmakta!
   Elimiz, ayağımıza kastettikten sonra artık kim, senin lûtfun olmadıkça canını kurtarabilir ki?

3905. Bu pek büyük tehlikelerden canını kurtarsa bile kurtardığı şey ancak idbar ve tehlike sermayesi kesilir.
   Çünkü can, canana ulaşmadıkça ebediyen kördür... ebediyen yaslıdır.
   Esasen senin inayetin olmazsa can, âdeta bir tutsaktır; seninle diri olmayan canı ölü farz et.
   Sen kullara darılır,kulları kınarsan, Ey Tanrı hakkındır, yaparsın.
   Aya, güneşe kusurlu, nursuz... Servinin boyuna iki büklüm;

3910. Feleğe, arşa hor ve aşağı... madene, denize yoksul dersen,
   Kemaline nispetle yaraşır. Çünkü yokluklara kemal verip onlara eriştirme kudreti ancak senindir.
   Çünkü sende yokluk ve ihtiyaç yoktur; yokları icat eden, onları ihtiyaçtan kurtaran sensin.
   Yetiştiren, yakmayı da bilir; çünkü yırtık söken, dikmeyi de bilir.
   Her güz; bağı bahçeyi yakıp yandırmakta. Sonra yeniden bahçeleri renklere boyayan kırmızı güllere boyayan kırmızı gülleri yetiştirmektedir.

3915. “ Ey yanıp yakılan, zuhur et, yenilen; tekrar güzelleş, güzel sesli bir hale gel” diye hepsini yeniden yaratır.
   Nergisin gözü körleşir, o, tekrar açar... Kamışın boğazını keser, sonra yine kendisi tekrar okşar, ondan nağmeler çıkarır.
   Biz mademki masnu’uz, sâni değiliz... Şu halde ancak zebunuz, ancak kanaatkârız.
   Hepimiz “Nefsim, nefsim” deyip durmakta, hepimiz yalnız kendimizi düşünmekteyiz. Sen buna lûtufta bulunmazsan şeytanız.
   Sen bizim canımızı körlükten kurtardığından, gözümüzü açtığından dolayı Şeytandan kurtulduk.

3920. Kim hayattaysa değnekçisi, yol gösteren sensin. Değneğin, değnekçisi olmadıkça kör nedir ki, ne yapabilir ki?
   Senden gayrı hoş olsun, hoş olmasın... Her şey, insanı yakar, ateşin aynıdır.
   Kim ateşe dayanır, ateşe arka verirse hem Mecusidir, hem Zerdüşt!
   Tanrı’dan başka her şey bâtıldır, asılsızdır. Tanrı’nın ihsanı, yağmuru kesilmeyen bir buluttur.

               Ali Kerremallâhu Vechehu hikâyesine dönüş, Ali’nin katilini hoş görmesi

   Tekrar Ali ve katilinin hikâyesine dön; katiline fazlasıyla gösterdiği kerem ve mürüvveti anlat.

3925. Ali dedi ki: “Ben düşmanımı gözümle görmekte, gece gündüz ona bakıp durmaktayım. Böyle olduğu halde hiç kızmıyorum.
   Çünkü ölümüm, bana can gibi hoş geliyor; dirilmemle âdeta bir.
   Ölümsüzlük ölümü bize helâl olmuştur; azıksızlık azığı, bize rızk ve nimettir.
   Ölümün görünüşü ölüm, iç yüzü diriliktir; ölümün görünüşte sonu yoktur, hakikatte ise ebedîliktir.
   Çocuğun rahimden, doğması bir göçmedir; fakatta cihanda ona yeni baştan bir hayat var.

3930. Ecele doğru meylimiz, ecele aşkımız olduğundan “Nefislerinizi elinizle tehlikeye atmayın” nehyi asıl bizedir.
   Çünkü nehiy, tatlı şeyden olur, acı için nehye zaten hacet yok ki.
   Bir şeyin içi de acı olur dışı da acı olursa onun acılığı kötülüğü esasen nehiydir.
   Bana da ölüm tatlıdır. “Onlar ölmemişlerdir, Rablerinin huzurunda diridirler” âyeti benim içindir.
   Ey inandığım, itimat ettiğim kişiler! Beni kınayın ve öldürün. Şüphe yok, benim ebedî hayatım öldürülmemdedir.

3935. Ey yiğit! Hayatım, mutlaka ölümdedir. Ne zamana kadar yurdumdan ayrı kalacağım?
   Bu âlemde durmaklığım, ayrılık olmasaydı (öldüğümüz zaman) “Biz, şüphe yok, Tanrı’ya dönenleriz” denmezdi.
   Dönen kişi; ayrıldığı şehre tekrar gelen kişidir; zamanın ayırışından kurtulup birliğe erişendir.

         Seyisin Emir-ül Müminîn, beni öldür ve bu kazadan kurtar” diye ayaklarına kapanması

   Seyis tekrar gelerek “Ya Ali, beni tez öldür ki o kötü vakti, o fena zamanı görmeyeyim.
   Sana helâl ediyorum, kanımı dök ki gözüm o kıyameti görmesin” dedi.

3940. Dedim ki: Eğer her zerre bir kanlı, bir katil olsa da elinde hançer olarak senin kastına yürüse.
   Yine senin bir tek kılını kesemez. Çünkü kader kalemi böyle yazmıştır; sen beni öldüreceksin.
   Fakat tasalanma, senin şefaatçin benim. Ben ruhun eri ve sultanıyım, ten kulu değil!
   Yanımda bu tenin kıymeti yok; ten kaydına düşmeyen bir er oğlu erim.
   Hançer ve kılıç, benim çiçeğim; ölüm meclisim... bağım, bahçemdir.”

3945. Tenini bu derece öldürüp ayaklar altına alan kişi, nasıl olur da beylik ve halifelik hırsına düşer?
   O, ancak emirlere yol göstermek, emirliği belletmek için zâhiren makam işleriyle ve hükümle uğraşır;
   Emirlik makamına yeni bir can vermek, hilâfet fidanını meyvelendirmek için bu işle meşgul olur.

Mustafa Sallallahu Aleyhi Vesellem’in, Mekke’yi ve diğer yerleri fethetmek istemesi, dünya mülkünü sevdiğinden değildi; Tanrı emriyleydi. Çünkü “ Dünya cifedir” buyurmuştu.

   Peygamber, Mekke’yi fethe uğraştı diye nasıl olurda dünya sevgisiyle ittiham edilir?
   O öyle bir kişiydi ki imtihan günü ( yani Miraç’ta) yedi göğün hazinesine karşı hem yüzünü yumdu, hem gönlünü kapadı.

3950. Onu görmek için yedi kat gök uçtan uca hurilerle meleklerle dolmuştur.
   Hepsi kendilerini, onun için bezemişti, fakat onda sevgiliye aşktan, sevgiliye meyil ve muhabbetten başka bir heva ve heves nerede ki:
   O, Tanrı ululuğuyla, Tanrı celâliyle öyle dolmuştur ki bu dereceye, bu makama Tanrı ehli bile yol bulamaz.
   “Bizim makamımıza ne bir şeriat sahibi peygamber erişebilir, ne melek, hattâ ne de ruh” dedi. Artık düşünün anlayın!
   “Göz Tanrı’dan başka bir yere şaşmadı, meyletmedi” sırrına mazharız, karga değiliz; âlemi renk renk boyayan Tanrı sarhoşuyuz; bağın bahçenin sarhoşu değil” buyurdu!

3955. Göklerin,  akılların hazineleri bile Peygamber’in gözüne bir çöp kadar ehemmiyetsiz görünürse.
   Artık Mekke, Şam ve Irak ne oluyor ki onlar için savaşsın, onlara iştiyak çeksin!
   Ancak gönlü kötü olan, onun işlerini kendi bilgisizliğine, kendi hırsına göre mukayese eden kişi onun hakkında böyle bir şüpheye düşer.
   Sarı camdan bakarsan güneşin nurunu sapsarı görürsün.
   O gök ve sarı camı kır da eri ve tozu gör!

3960. Atlı bir er, atını koştururken tozu dumana katar, etrafta bir tozdur kalkar. Sen, tozu Tanrı eri sanırsın.
   İblis de tozu gördü, “Bu toprağın fer’idir. Benim gibi ateş alınlı birisinden nasıl üstün olur?” dedi.
   Sen azizleri insan gördükçe bil ki bu görüş İblis’in mirasıdır
   Be inatçı, İblis’in oğlu olmasan o köpeğin mirası nasıl olur da sana düşer?
   Ben köpek değilim, Tanrı aslanıyım. Tanrı aslanı suretten kurtulandır.

3965. Dünya aslanı av ve rızk arar, Tanrı aslanı hürlük ve ölüm!
   Çünkü ölümde yüzlerce hayat görür de varlığını pervane gibi yakıp yandırır.
   Ölüm isteği, doğru kişilerin boyunlarına bir halkadır. Çünkü bu istek, yahudîlere imtihan oldu.
   Tanrı Kur’an’da “Yahudîler, doğrulara ölüm; fütuhat, sermaye ve ticarettir.
   Sermaye ve ticaret isteği var ya; ölümü istemek ondan daha iyidir.

3970. Ey yahudiler; halk içinde namusunuzu korumak istiyorsanız bu dileği, bu ölüm temennisini dile getirin” dedi.
   Muhammed, bu bayrağı kaldırınca bir tek yahudi bile bu istekte bulunmaya cüret edemedi.
   Peygamber “Eğer bunu dillerine getirirlerse dünyada tek bir yahudi bile kalmaz” dedi.
   Bunun üzerine yahudiler ; “Ey din ışığı, bizi rüsvay etme! Diyerek mal ve haraç verdiler.
   Bu sözün sonu görünmez. Mademki gözün sevgiliyi gördü, ver elini bana!

Emîr-ül Müminîn Ali Kerremallâhu Vechehu’nun, arkadaşına “Sen benim yüzüme tükürünce nefsim  kabardı, savaşımda ihlâs kalmadı. Seni öldürmeme mâni buydu” demesi

3975. Emirül Müminin, o gence dedi ki: “Ey yiğit! Savaşırken.
   Sen benim yüzüme tükürünce nefsim kabardı, hiddet ettim, huyum harap berbat bir hale geldi.
   Öyle bir hale geldim ki o anda savaşımın yarısı Tanrı içindi, yarısı nefsim için. Tanrı işinde ortaklık yaraşmaz.
   Sen Tanrı nakışısın: Seni, o, kudret eliyle yarattı, bezedi. Onunsun, benim değil.
   Tanrı’nın nakışını yine Tanrı eliyle kır; sevgilinin camına sevgilinin taşını at!”

3980. Kâfir bu sözü işitti, gönlünde öyle bir nur zuhur etti ki zünnarını kesti.
   “Ben, cefa tohumunu ekmiştim, seni başka türlü sanıyordum.
   Halbuki sen Tanrı huylu bir teraziymişsin, hattâ her terazinin oku senmişsin!
   Meğer sen benim soyum sopummuşsun; meğer çırağımın, dinimin aydınlığı senmişsin!
   Ben o görür göz arayan çırağın kulu, kölesiyim ki senin çırağın da ondan nurlanmış, aydınlanmıştır...

3985. Ben, o nur denizinin kulu, kurbanıyım ki böyle bir inci izhar eder.
   Bana kelime-i şahadeti söyle, bende söyleyeyim ki seni zamanın en yücesi gördüm” dedi.
   Onlar beraber akrabasından, kavminden elli kişiye yakın kimse de
âşıkçasına dine yüz tuttular, müslüman oldular.
   Ali, ilim kılıcıyla bu kadar boğazı, bu kadar halkı kılıçtan kurtardı.
   Hilim kılıcı, demir kılıçtan daha keskin, hattâ yüzlerce ordudan daha galip, daha üstündür.

3990. Yazıklar olsun ki iki lokmacık yendi de bu yüzden fikir çoşkunluğu dondu, yatıştı.
   Bir buğday tanesi, Âdem Peygamberin güneşinin tutulmasına... arzın, güneş ile ay arasına girmesi , dolunayın kararmasına sebep oldu.
   İşte sana gönlün letafeti! Bir avuç balçıktan (bir iki lokma ekmekten) ay  darmadağın bir hale gelmekte!
   Ekmek mânevi olursa yenmesinde fayda var. Fakat bildiğimiz ekmeğin faydası yok, kalbi daraltıyor.
   Mânevi ekmek, yeşil diken gibi... deve yiyince yüz türlü fayda, yüzlerce lezzet bulmakta.

3995. Fakat yeşilliği gitti de kurudu mu, onu çölde deve yiyince;
   Damağını avurdunu yırtar, paralar. Yazıklar olsun; öyle yetişmiş gül kılıç kesildi.
   Ekmek de mânevi oldukça o yeşil dikendi. Fakat şimdi zâhiri ekmek olduğundan kupkuru bir hale geldi, sertleşti.
   Ey nazlı nazenin varlık (ey Husâmeddin), bundan önce onu yemeğe alışmıştın.
   O alışkanlıkla bu kuru ekmeği de alıp yemek istiyorsun ama gayri mâna, yerle karıştı;

4000. Toprakla karışık, kaskatı, dili damağı yırtar bir hale geldi.  Ey deve, şimdi otu yeme, ondan çekin!
   Söz, toprakla pek karışık bir hale geliyor, su bulandı... Kuyunun ağzını kapa.
   Ki Tanrı onu yine sâf, yine hoş bir hale getirsin. Onu bulandıran, durultur da.
   Maksada sabırla erişilir, aceleyle değil. Sabret, doğrusunu Tanrı daha iyi bilir.
                                                  BİRİNCİ CİLDİN SONU